Ana Sayfa Rehberlik Yazıları Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik: FREUD’UN PSİKOLOJİYE KATKILARI

Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik: FREUD’UN PSİKOLOJİYE KATKILARI

103
0

Sigmund Freud Kimdir?

    Sigmund Freud, psikanaliz öğretisini geliştirmiş olan Avusturyalı nörolog. Kişiliğin 5 

farklı dönemden geçerek geliştiğini öne süren Psikoanalitik Kuram’ın kurucusudur. 

Freud’un Ruhbilime Katkıları Nelerdir?

    Freud, günlük yaşamımızda benimsediğimiz, duraksamadan kullandığımız pek çok ruhbilimsel kavramı ilk kez telaffuz eden bilim adamıdır.Zihinsel işleyişi ilk defa sistematik biçimde ciddiyetle ele almış  çalışma sahasını psikolojik rahatsızlıklarla sınırlamamış,  zihnin normal işleyiş biçimine dair de  etkileyici teoriler ileri sürmüştür. 

I.Nevrotik rahatsızlıkların anlaşılması ve hastaların kişiliklerine yönelik olumsuz görüşlerin değişmesi

    Freud, psikolojik rahatsızlıklar arasında (zamanında yaygın bir sorun olarak görülen) başta histeri olmak üzere nevrotik rahatsızlıkları kendisine konu olarak seçmiştir.Bunlar “konversiyon histerisi”,”fobiler”,”takıntı zorlantı bozukluğu”,”ket vurmalar sonucu gelişen iktidarsızlık”,”sadizm ve mazoşizm gibi cinsel sapkınlıklar” birinci dünya savaşında sık görülen ve o dönem ”asker kalbi” adıyla geçen “travma sonrası stres bozukluğu”,”genel kaygı-endişe rahatsızlığı” ,”agorofobi ile birlikte panik atak” gibi rahatsızlıklardır.Freud’un az da olsa “paranoya ve paranoid şizofreni” ile ilgili çalışmaları da bulunmaktadır.

   Freud öncesinde bu tür psikolojik rahatsızlıklar bir tür kapris veya kişilik yetersizliği,irade zafiyeti yahut sinirsel yozlaşma (degenerasyon) gibi görülüyor ve gereken ehemmiyet verilmiyordu. Freud bu tür rahatsızlıkların pozitif bilimlerce ele alınmaya değer tıpkı diğer tıbbi  rahatsızlıklar türünden rahatsızlıklar olduğunu ortaya koyarak hastaların kişiliklerine yönelik olumsuz ve aşağılayıcı geleneksel bakış açısını değiştirmiş,hastalara kişilik düzeyinde itibarlarını iade etmiştir. Freud’dan sonra bu kişiler için bir şeyler yapılabileceği,bu kişilerin aşağılanmaya ve hor görülmeye değil yardıma ihtiyacı olduğu kabul edilmeye başlanmıştır.

II.Sağlıklı kişilerde bilinçdışı ruhsal etkinliğin mevcudiyetinin idraki ve düşlerin anlamlı olduğunun anlaşılması

    Freud’un zihnin olağan  işleyişine dair  yaptığı belki en önemli  katkıyı “bilinçdışı” fikrini ortaya atması olarak niteleyebiliriz. Bilinçdışı daha önce kullanılmamış bir tabir değildir.Bilinçten bahsedildiği zamandan itibaren bilinçdışından da bahsedildiğini söylemek mümkündür.Antik çağdan bu yana Sheakespeare gibi yazarlardan Spinoza Nietzche,Schopenhauer’a kadar kimi düşünürlerce bilinçdışı söz konusu edilmiştir.

   Ancak bunu sağlıklı insanların bilinçli yanına müdahale edebilen,psikolojik rahatsızlıklarda önemli bir etken olarak devreye giren –metafizik/dinsel bağlantısı olmayan,cinlerle şeytanlarla ilgisi bulunmayan- seküler bir kavram olarak ilk kullanan Freud’dur. Freud, histeri sağaltımı ile uğraştığı bir dönem boyunca hipnoza başvurmuştu.Gerek hipnoz edilen sujenin o esnada kendisine verilen telkini uyandıktan sonra bilincinde olmamasına rağmen yerine getirmesi gerekse meslektaşı Dr.Breuer’in histerinin kökeninde yaşanmış ama “unutulmuş-ruhta iz bırakmış bir yaralanmanın” olduğu düşüncesi Freud’u bilinçdışı fikrine yöneltti.

    Bilinçdışı ruhsal etkinlik Freud’un tüm görüşlerinin merkezine oturur.Bu doğrudan gözlenemeyen ancak “davranışsal-klinik” sonuçları ile bilinebilen bir etkinliktir.1900 yılında yayınlanan “Düşlerin Yorumu” eseri ile Freud düşlerin bilinçdışına açılan “kral yolu” olduğunu dile getirmişti.

    Düşler, bilinçli iken aklımıza getirmediğimiz pek çok unutulmuş(bastırılmış) materyalin ortaya çıktığı ,duygu ve davranışlarımızın –ve pek tabi ruhsal rahatsızlıkların-altında  yatan “arzuların-korkuların-ilk bakışta fark edilmeyen bağlantıların” kendisini gösterdiği bir zihinsel etkinliğin ürünüydü.

    Bu bakış açısı düşleri ruhun bedenden ayrılarak metafizik dünya ile bağlantı kurduğu ve gaipten haber verdiği veya tamamen tersine düşlerin hiçbir anlam taşımadığı şeklindeki geleneksel bakış açılarından tamamen farklı bir yaklaşımdı.

    Freud,düşlerin bir görünür içeriği bir de gizli içeriği olduğunu ileri sürdü.Bu iki içeriği birbirinden farklılaştıran bir “düş işlemcisi” idi.Görünür içerik yakın zamanda yaşanmış olayları konu ediniyor ancak yorumlandığında ortaya çıkacak bastırılmış gizli içerik ile bağlantılı simgeler içeriyordu.

III.Psikanaliz metodu:Serbest çağrışım,direnç,aktarım,yorum,içgörü gibi kavramların anlaşılması

    Psikanaliz, kişinin egosu tarafından kabul edilemez bulunarak zihnin bilinçdışı bölümüne bastırılmış ancak gücünü tümüyle yitirmeyerek bulunduğu yerden bilince çıkmaya yeltenen düşünce içeriğini bilinç sahasına  çıkarmayı hedefliyordu. 

   Bunun için serbest çağrışım yöntemini kullanıyordu.Serbest çağrışım bireyin hekime düşüncelerine hiçbir sansür uygulamamaya söz vererek kendisini açmasıydı.Konuşma esnasında söz nereye gidiyorsa hasta çekinmemeli,sözlerine devam etmeliydi.Böylece çağrışım normal şartlarda çok az bağlantı kurulabilecek bilinç katmanının hemen altında uzanan bilinç öncesi ya da bilinçaltı bölüme kadar uzanabiliyordu.Düşler ve dil sürçmeleri gibi diğer bilinçdışı zihnin ürünleri de  serbest çağrışıma bırakıldığında bilinçaltı düşüncelere erişmek mümkün oluyordu.


Psikanaliz esnasında direnç ve aktarım olguları ile karşılaşılmaktaydı. Direnç günlük dilde dahi kullanabildiğimiz bir kavram haline dönüşmüştür.Bu sözcükle kişinin, bilinçli davranmasa da  hoşuna gitmeyen-ona sıkıntı veren meseleden uzaklaşması kastedilir.Serbest çağrışım esnasında da hasta kimi yerlerde duraklıyor,konuyu unutuyor veya sıkılarak kapatmak istiyordu.Bu direnç anları, çağrışım esnasında bastırılmış materyale yaklaşılmasından ileri gelen anksiyeteden (kaygıdan) kaynaklanmaktaydı.Kabul edilemeyen-bastırılmış düşüncenin ortaya çıkma ihtimali ego’yu rahatsız ediyordu.Dirençlerin yorumlanması ve çözülmesi psikanalizin ilerlemesi için lüzumluydu.

    Aktarım ise psikanalizde önemli olduğu kadar ,modern hayat içerisinde geliştirdiğimiz sosyal ilişkilerde de önemli işleve sahip bir kavram olarak öne çıkıyor.Psikanalizde aktarım hastanın hayatındaki önemli kişileri ve özellikle otorite figürlerini terapistine yansıtması ve onlarla kurduğu ilişkinin bir benzerini terapisti ile kurması ile ilgilidir.Bu olguyu hastalarıyla ilişkilerinde fark eden Freud aktarım adını vermişti.Aktarım eğer hastanın nevrozunun kaynağındaki ilişki biçimlerini yansıtır biçimde  terapiste yöneltilirse “aktarım nevrozu”ndan söz edilyordu. Aktarım nevrozu  psikanalizde faydalı bir enstrüman olarak kullanılır.Bu nevroz geliştikten sonra ancak yorumlanabilir ve hastanın bu konuda bir içgörüye ulaşması sağlanabilir.

    İçgörü kavramının ise hastanın rahatsızlığının kökeninde yatan çatışmalarla ilgili bir anlayış kazanması ile ilişkili olduğunu söyleyebiliriz.Bu anlayışın izaha dayanan bir yönü olduğu kadar duygusal bir komponenti de olmalıdır.Yani hasta anlayışa kavuştuğu mesele üzerinde olayın neliği kadar nasıl hissettirdiği konusunda da aydınlanmalıdır.Psikanalizde sadece mantıksal çıkarımlara dayanan ve duygusal olarak hissedilmeyen içgörüler yüzeysel ve geçici karakterde olur.Kişiliğe nüfuz edemez ve değişimi başlatamaz.

IV.Çocuk cinselliği ,Odipus kompleksi ve Psikoseksüel gelişim dönemleri

    Freud öncesinde çocukluğun cinsellikten uzak insanın en saf ve masum olduğu bir dönem olarak görülüyordu. Oysa Freud ,çocukluk sırasında cinselliğin aktif olarak(fantazi,rüya,masturbatuar aktiviteye eşlik eden düşlem)yaşandığı bir dönem bulunduğunu ifade etti.Altı yaşına kadar süren bu aktif dönemin sonunda,okul yaşamının başladığı gizil bir döneme erişiliyor ve kültür tarafından hoş karşılanmaması nedeniyle bu dönemden itibaren çocuğun cinsellikle ilişkili anılarını bastırmak zorunda kaldığını söylüyordu.

    Bu görüş büyük tepki çekti ve Freud’un ahlaki değerlere saldırdığı, yaptığı tartışmalar ile ilgilenecek kurumun akademik çevreler değil polis teşkilatı olduğu dahi söylendi.Ancak geçen zaman Freud’u haklı çıkardı.Bu gün çocukluk çağında mastürbatuar aktivite ve ona eşlik eden düşlemler de,Odipus kompleksinin geçerliliği de  yaygın kabul görmektedir.

    Psikoseksüel gelişim dönemleri çocuğun ruhsal yapısının gelişiminde evresel olarak erotejenik (haz veren) zonların değiştiği tezini ileri sürmektedir.Bu zonlarla ve zonların işlevselliği ile ruhsal gelişim ve alışkanlıklar arasında yakın bir ilişki olduğunu söyler Freud. Örneğin oral dönem denilen yaşamın ilk yılı içerisinde ağzın (dil, dudak, diş ve damakların) başlıca haz organı olduğu dönemde takılı kalan birey yaşam boyunca bağımlı bir birey olacaktır.Annenin sütüne olduğu gibi çevresinde önemli kişilerin sevgi ve onayına bağımlı olacaktır. Anal dönem denilen organ hazzının “anüs” çevresine geçtiği dönemde ise “sfinkter denetiminin” önemi ön plana çıkacaktır.Bu dönemde takılı kalan veya nevrotik rahatsızlık esnasında gerileyen birisi dışkıyı “tutma” ve “bırakma” konularında yaşadığı ikilemi yaşayacak ve bu tutumun sosyal hayata yansıyan boyutunda kişi inatçı-pasif agresif-takıntılı birisi haline dönüşebilecektir. Fallik dönemin ise Odipus kompleksi ile ilişkisi vardır.Bu dönemde çocuk baba veya anne ile yarışmacı karaktere bürünür.Erkek çocuk anneyi babadan kıskanır,kız çocuk babayı anneden kıskanır.Kıskançlığa eşlik eden saldırgan dürtüler baba ve annenin sevgisini kaybetmemek için bastırılır.Eğer çocuk çok kışkırtılmamış ve kıskançlıkla aşırı yüklenmemiş ise bastırma kolay olacaktır.Yarışmayı bırakan erkek çocuk baba ile kız çocuk ise anne ile özdeşleşecektir.Ancak kıskançlık fazla ve özdeşleşme için özdeşleşme için gerekli temas yoğunluğu ve süresi az ise Odipus kompleksi tam çözümlenemez ve yaşam boyu etkisini gösterir.Erkek çocuk baba figürlerine (otorite figürleri veya kendisi ile rekabet halinde olan iş arkadaşları vb.) yarışmacı,kıskanç,hırslı olacaktır.Kız çocuk ise annesine duyduğu hırsı ve kıskançlığı diğer rekabet halinde olan kız arkadaşlarına yansıtacak,anne ile özdeşleşme problemli olduğundan evlenme ve çocuk sahibi olma konularında çelişkili ve sıkıntılı olacaktır.

V.İçsel suçluluk duygusunun kökeninin anlaşılması: Uygarlığın ve kültürün karşısında insanın ödediği bedel

    Freud, son yapıtlarında insanın içgüdüsel eğilimlerini sınırlayan ve onu toplumsallaştıran kültür karşısında ödediği bedeli söz konusu etmiştir. Medeniyet karşısında ödenen bu bedel nevrozdur. Toplumsal yapı üstbenliğin şekillenmesini sağlayarak insanın dürtüsel hayatını (saldırgan ve cinsel dürtüleri) baskı altında tutar. Bastırılan itkiler ise bulundukları yerden bilince çıkmaya ve doyum bulmaya çalışırlar. Bu itkileri bastırıldıkları yerde  tutmak  ciddi ölçüde ruhsal enerji harcanmasına neden olur. 

    Suçluluk duygusuna neden olan vicdan veya psikanalitik terminolojide geçen adı ile “süper ego” dışşal bir otorite tarafından denetlenen suçları içsel bir konumdan  gözleyen  otoritedir.Bu kültürel olgunun en beklenmedik sonucu, gerçekten hayata geçen faaliyetlerin suç teşkil edebilmesi yerine akıldan geçen fikirlerin dahi suç ilan edilebilmesidir.Uygarlığın daimi bir sonucu insan ruhunda kendisine özgü bir yer edinen ve zihnin kendi kendisini suçlamasına imkan veren vicdanın eseri  “suçluluk duyguları” olmuştur.İnsan ruhuna özgü bir olgu kabul edilen “erotik-libidinal duygular ile birlikte saldırganlık duyguları” vicdan tarafından her daim kontrol edilen ve faturası ego’ya kesilen olgulardır.

    Pişmanlık,suçluluk ve keder bu perspektifte uygar insana özgü duygulardır.Ve bu duygular insanın doğayı fetheden,boyun eğdiren kolektif çabasının bir yan ürünü olarak kabul edilebilir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz